Masal Gibi

27 Ekim 2009 Salı 2 yorum
2 sene önce başlayan bir tutkumdan bahsedeyim size, cnbc-e izliyorum, radikal okuyorum modunda değilim ama yerli dizilerle aram pek iyi değildir, pek tabi Süper Baba ile büyüdük, Sıcak Saatler ile kendimizden geçtik ama maalesef onlar gibi dizi gelmesi zor artık. Canım Ailem biraz burada öne çıkıyor, önümüzdeki günlerde ona da değiniriz. Bence Geniş Aile'de güzel bi dizi ama bu yukarıda bahsettiklerim apayrı şeylerdi.

Anne tarafı Trakyalı, baba tarafı da Makedon göçmeni olunca ister istemez kanı ısınıyor insanın balkan esintili her şeye.. Müziğine, şehirlerine, insanlarına...

Elveda Rumeli dizisi de öyle oldu doğal olarak.
Gerek şiveye, gerek çekimlerin yapıldığı mekana hayran olduk.

Ailecek izliyorduk. Yemek saatleri, işler bu diziye göre ayarlanıyordu. Evde konuşma şeklimiz değişti, babaya - babiş, küçük kardeşe - kızan der olduk.. "niçin" sorusu yerini "niçIn niçIn"a bıraktı...

ve daha bir sürü şey...

Bir de müzikleri var, bence beni asıl bağlayan o müzikleri oldu. sonunda baktılar insanlar televizyon kayıtlarından şarkıları alıp dinliyorlar, dizi de tuttu diye bir albüm çıkardılar. Her bir şarkısı ayrı güzel. Orjinal makedon şarkıları var, Rumeli şarkıları da keza.. Bazı şarkıların enstrümantal halleri de mevcut. Çok güzel bir yol albümü. Uzun yolda keyifle dinlenebilir. Tarafımdan test edildi onaylandı. Edinin derim.

Geçtiğimiz hafta son bölümü yayınlandı ve vedalaşıldı. Sene başında diziden ayrılanların sayısı çok fazlaydı, yerleri nasıl dolacak derken, dolmadı. Gerçekten oradaki çekim şartlarının ağırlığı çok zormuş, keza masraflarda İstanbul'da dizi çekmeye benzememiştir doğal olarak.

En azından cılkını çıkarmadan bitirdikleri için sağolsunlar.

The Sexless Innkeeper

17 Ekim 2009 Cumartesi 8 yorum
Bölümün geri kalan kısımları ortalamanın üzerine çıkamasa da, bir "Naked Man" ekolü daha yaratıldı How I Met Your Mother'ın 5. sezonunun 4. bölümünde: The Sexless Innkeeper.


Üşenmedim, İngilizce altyazıdan Barney'in şiirini çıkardım.

It was the night before new year's
and the weather grew mean.
It was 3:00 in the morning
and I was stranded in queens.
The tavern grew empty
the gas lights grew dim.
The horse-drawn carriages
were all but snowed in...
Last call was approaching
and my fortunes looked bleak.
Then I turned to my left
and stifled a shriek.
She had a peach fuzz beard
and weighed 16 stone.
She gobbled up hot wings
and swallowed the bones.
I muffled a scream
and threw up in my mouth.
I asked, "Where do you live?"
And she said, "One block south."
I swallowed my pride
and six shots of whiskey.
And prayed to the gods
that she wasn't too frisky
Back in her cave,
she prepared us a snack.
Neath her mighty hooves,
the floorboards did crack.
But when she returned,
she found a sound sleeper.
And thus she became
the Sexless Innkeeper.


Bu da Ted'in şiiri:

It was the night before this one,
I had hours to kill.
I sat in the tavern,
grading parchments with quill.
A busty, young lassie
flashed me a grin.
Her garb said "classy",
but her eyes whispered "sin".
She said, "You're a teacher?"
I said, "Yes, indeed".
"I must have you", she moaned.
"I'm turned on by tweed".
With haste we did scamper
to my chamber anon.
We fell to the couch,
and, bro, it was on.
I unlaced her bodice.
Our passions grew deeper.
And thus ends the tale
of the Sexless Innkeeper.

Entourage 6. Sezon finali ve Matt Damon

9 Ekim 2009 Cuma 4 yorum
Bir erkek olarak bakilacak en eglenceli dizidir bana gore Entourage.. Erkek icin diyorum cunku Sex and the City'nin erkek versiyounu diyebiliriz dizi icin.. Takip ettigim diziler arasinda en bitmesinden korktugum dizidir ayni zamanda..

Genel olarak birisi unlu bir aktor olan 4 arkadasin ve menajerleri ari gold'un hikayesi uzerine kurulu dizi.. Konu oyunculuk uzerine olunca bir cok unlu isimde konuk oyuncu olarak diziye renk katiyor.. Jessica Alba, Scarlett Johansson ve martin scorsese su an aklima gelenler film dunyasinin yani sira Michael Phelps ve Le Bron James gibi bomba isimleri gormek mumkun dizide hatta okudugum kadariyla Obama bile bu dizinin buyuk bir hayraniymis ve 7. sezonda bir bolumde gozukmek icin anlasilmis durumda..

5 sezon boyunca asil cocuk olan Vincent Chase'in taninmis bir aktor olmaktan bir superstar olma cabasini izliyoruz.. Ama 6.sezonda Vince'i biraz arka planda birakarak geri kalan 3 arkadasin ve menajer Ari Gold'un uzerine kurulu bir sezon planlamis yapimcilar ama sezon finaline damgasini vuran kuskusuz Matt Damon oldu.. Vince'i yardima muhtac cocuklar icin bagis yapmaya zorlayan Matt bolum sonunda kendinden geciyor ve efsanevi bir sahneyi olusturuyor.. Youtube'dan koyuyorum acilmayanlar icin linki veriyorum buraya..



True Blood - 1. Sezon

1 yorum
Kotasız olmasa da evdekinden daha büyük kotası olduğu için yurtta çılgınlar gibi dizi izlemeye başladık yine. Lost ve Tudors sezon arasında, How I Met Your Mother da 5. sezonunda seyrettiği için, birikmiş, peş peşe izleyebileceğimiz dizi arayışına girdik. Mad Men ilk aklımıza gelen oldu haliyle, o kadar Emmy'i silip süpürünce. Ancak güzide online dizi sitesi Diziport'ta ilk bölümleri silinmiş olunca başka bir dizi arayışına girdik, ve gerek ek$i'de, gerekse bilimum bloglarda ismi çok geçtiğinden, ve vampirlerle ilgili olduğundan True Blood'da karar kıldık. Yaklaşık bir haftada ilk sezonu bitirdik. Şu an yazının girişini toparladığıma göre, dizinin ilk sezonuyla ilgili fikirlerimi beyan etmeye geldi sıra.

Öncelikle şu Twilight serisi ile benzerlik durumlarına değinelim. Dizinin ilk bölümü, ana karakterlerden Sookie'nin garsonluk yaptığı restoranda insanların düşüncelerini dinlemesi ve sipariş alacağı bir masada oturan çocuğa cevap vermesiyle başlıyor. İlerleyen bölümlerde de esas vampirimiz Bill ile ilişkileri başlayınca, popüler kültür mağduru herkesin aklına Twilight geliyor haliyle. Tek ciddi fark Twilight'ta Edward'ın zihin okuyabilmesiydi. Bunun haricinde zihin okuyabilen karakterin aşık olduğu kişinin zihnini okuyaması (ve biraz da bu sebepten aşık olması), bir kıza aşık 2 erkek, bu erkeklerden birinin vampir olması, diğer erkeğin bunu hiç tasvip etmemesi, iki erkeğin de yakışıklı, zengin, düşünceli, iyi niyetli falan filan olması, kızın da aslında çok iyi bir kız olması filan... İnsanı sinir ediyor tabi, nasıl bir hırsızlık bu diye. İşin ilginç tarafı bu hırsızlığı Stephenie Meyer'in, yani Twilight serisinin yazarının yapmış olması. Tabi işin Twilight boyutu daha ticari. Karakterler mükemmele daha yakın, saçmalama yüzdeleri daha düşük. Maksat ergenleri karakterlerle özdeşleştirmek veya onların aşık olmasını sağlamak tabi. Kısacası, True Blood işin masum tarafında. Ancak yine de bildik hikayeyi izlemek, hele ki bazı karakterlerin sinir bozucu olması, True Blood için bir dezavantaj.

True Blood'ın bir diğer ve bence en büyük dezavantajı Sookie Stackhouse, nam-ı diğer Anna Paquin. Bir kere daha önce de bahsettiğim gibi dişleri ayrık. Sürekli konuşurken izlediğimiz için de insanın ister istemez dikkatini çekiyor. Bunun itici olması bir tarafa, yukarıda bahsettiğim iki süper erkek karakterin bu dişlere rağmen bu kızın peşinde olması da ayrı bir olay. Tabi evet önemli olan dış görünüş değil iç güzelliği filan ama benim gördüğüm kadarıyla ne gerçek hayatta ne de dizilerde işler pek böyle yürümüyor.

Sookie Stackhouse'un bir diğer itici özelliği de tutarsız ve çoğu zaman salak olması. Spoiler! Mesela Bill arkadaşımız vampir mahkemesine gidip canını kurtarmaya çalışırken, Sookie'nin hem "Kaç gündür gelmedi, demek ki beni sevmiyor" diye düşünmesi, hem de fırsattan istifade Sam ile yiyişmesi dizi için, ama özellikle karakter için çok tutarsız idi. Spoiler bitti. Tabi bu tür tutarsızlıklarından sonra hiçbir şey olmamış gibi davranması da insanı deli ediyor. Stephenie Meyer'in devreye girdiği noktalardan biri bu olsa gerek. Isabella Swan, Sookie'ye göre çok daha normal, tutarlı ve mantıklı bir karakterdi. Giyim kuşamı daha düzgündü, Edward'ı her şeyin önünde tutuyordu filan.

True Blood'u izleten asıl özellik +18 olması. Hem izleyiciyi bu yönüyle çekiyor, hem de bu tür bir vampir açılımı henüz yapılmamış olduğundan daha orijinal hikayeler vaadediyor. Vampir kanının insanlar tarafından içilince iyileştirici olması, bu sebepten kıymetli olması ama satışının yasak olması, belli bir süre sonra bağımlılık yapması, gümüşün bildiğimiz gibi kurtadamları değil vampileri de rahatsız etmesi gibi bugüne kadar okumadığımız/seyretmediğimiz şeyleri görmek diziyi izlemek için sebep. Tabi bir de vampirlerin kendilerini ortaya çıkarması, ve yasal haklar elde etmeleri de bir diğeri.

Toparlamak gerekirse, bir yandan sinir olup, bir yandan merak edip heyecanla bir sonraki bölümünü izlediğim bu dizi; bu yönüyle pembe dizi gibi.

How I Met Your Mother'da 100. Bölüm

6 Ekim 2009 Salı 2 yorum
Böyle rakamları pek önemsemem aslında, bir dizinin 50. ya da 100. ya da 500. bölüme ulaşması bir anlam ifade etmez benim için ama How I Met Your Mother'ın 100. bölümünün farklı bir anlamı var. How I Met Your Mother olduğu için bir istisna yapmış değilim elbette, bunu yazmamın sebebi bu bölümde anneyle tanışma ihtimalimiz!

Programın yapımcısı Craig Thomas, Ocak'ta yayınlanacak olan 100. bölümde artık anneyle ilgili bir şeyler göreceğimizi söylemiş ve bu Ted'in müstakbel eşine en fazla yaklaştığı an olacakmış. Bu sezon 100. bölüme kadar anneye gittikçe yaklaşan bir Ted izleyeceğiz anlaşılan. Haberin güzel tarafı sadece bu da değil, 100. bölüm için anlaşılan konuk oyuncu "Bir taşla iki kuş!" dedirtecek cinsten. The O.C'den tanıdığımız ve birçoğumuzun (şair kendisini işaret ediyor.) gönlüne taht kurmuş Rachel Bilson! En sevdiğim dizide en sevdiğim oyunculardan biri, bundan güzel bir haber olamazdı herhalde. Geçtiğimiz sezonlarda bu rol için Alice Silverstone'la görüşüldüğü haberlerini okumuştum ama Rachel Bilson çok daha uygun olmuş bu rol için. İnşallah Sarah Chalke usulü bir konuk oyuncu değildir ki açıklamalardan anladığımız kadarıyla pek de öyle olmayacak.

How I Met Your Mother bildiğiniz gibi geçtiğimiz haftalarda 5. sezona giriş yapmıştı. Lily'nin performans olarak geri dönüşü 4. sezonun son bölümlerinde hamile oyuncular krizini biraz hafifletmişe benziyor. Artık dizinin belli bir rotada olduğunu düşünürsek bence 4 sezonu sıraladığımızda kendine son sırada yer bulabilecek bir sezon olan 4. sezonun (ki Naked Man gibi unutulmaz bölümlerden birine sahip olmasına rağmen) üstüne rahatlıkla çıkan bir sene bekleyebiliriz How I Met Your Mother adına...

Ve Tanrı Jeneriği Yarattı #1 - Six Feet Under

4 Ekim 2009 Pazar 6 yorum
55 Ekran'ın ilk konseptine hoşgeldiniz efenim.

"Ve Tanrı Jeneriği Yarattı" köşemizde tüm dünya üzerinde yapılmış dizilerin o güzel jeneriklerine göz gezdireceğiz, inceleyeceğiz. Hakkında konuşacağız, kimin çektiğini merak edeceğiz.

Ya da sadece izleyeceğiz. İzle gitsin, "vay a.q adamlar nası yapmış" de yeter :)

Konseptimizin ilk jeneriği ix'in hakkında yazıp beni gaza getirdiği Six Feet Under isimli nacizane dizimizden geliyor!



Diziyi izlemeyene aynı etkiyi yapmıyordur belki, ben bu diziyi takip ederken daha jenerikten apışık kalıyordum. Yamulmuyorsam ödül de aldılar bu jenerikle. Çok güzel kareler, bunlara eklenmiş çok etkili bir müzik. Thomas Newman çıkışlıdır bu açılış temasında kullanılan güzel parça, bu blog üç yıl önce kadar yapılmış olsaydı buraya koyardım linkini indirmeniz için. Şimdi yok bilgisayarımda :(

Hani izleyemiyorum diyenler varsa buradan izleyebilir sanırım.


NOT: Bu konseptin ismi sinem ile uzun negoşieyşınslar sonucu oluşturulmuştur.

NOT-2: Nette dizinin jeneriğine bakarken Her Boku Bilen Adam'ın da dizi jenerikleri için bir konsept oluşturduğunu gördüm. İlk paylaştığı da Six Feet Under olmuş. Onu da okumakta fayda vardır.

Selametle!